Sürdürülebilirlik, her sektörde farklı anlamlar yüklenen, geniş ve çok katmanlı bir kavram. Üzerine o kadar çok şey söyleniyor ki, bazen nereden tutulacağını kestirmek zorlaşıyor. Üretimden yönetime, insan kaynağından tedarik zincirine kadar her alanda sürdürülebilirliğe dair yaklaşımlar konuşulurken, bu kavramın anlam boyutu çoğu zaman arka planda kalıyor. Oysa sürdürülebilirlik sadece çevresel ya da ekonomik değil; aynı zamanda iletişimsel ve kültürel bir mesele. İşte bu noktada çeviri devreye giriyor.

Başta, çeviriyle, anlamla, iletişimle sürdürülebilirliğin nasıl kesiştiğini ben de tam görememiştim. Hatta bu ilişki bana uzak ve soyut gelmişti. Ama zamanla fark ettim ki, aslında tam da içindeymişim. Proje yöneticiliği yaptığım süreçlerde, uzak durduğumu sandığım kavramları — değerleri, ilkeleri, teknik terimleri — sürekli birbirine bağlıyor, anlamlandırma çabası gösteriyormuşum. Yani ben de kendi alanımda, çoğu zaman soyut kalan kavramların, teknik terimlerin ve sektörlere göre değişen ifadelerin anlamlandırılmasına katkı sunuyormuşum. Çünkü sürdürülebilirlik; sadece çevreyle ya da ekonomiyle sınırlı olmayan, çok farklı yaklaşımların, disiplinlerin ve sosyo-kültürel dinamiklerin iç içe geçtiği bir yapı. Bu yüzden de hem tanımı zor hem de her bağlamda farklı biçimlerde yorumlanabilen bir kavram.

Şimdi sadece “sürdürülebilirlik” kavramından bahsediyorum ama aslında bu kavramın birden fazla alt kırılımı, katmanı ve sektöre özgü anlam alanı var. İşte tam bu noktada, anlamı açık hâle getiren, kavramları bağlama göre yerleştiren, kültürel kodları ayıklayan bir özneye ihtiyaç var: çevirmen. Bu durumu fark ettikten hemen sonra üniversite yıllarım geldi aklıma. Mütercim Tercümanlık bölümünde öğrendiklerim, hayatın çok başka alanlarında karşıma çıkıyordu. O zamanlar daha çok edebi metinler üzerine çalışırken, “her çeviri bir yeniden yazımdır” fikri kulağa teorik geliyordu. Ama bugün, proje yöneticisi olarak elimden geçen teknik şartnameler, malzeme standartları, kontrol planları ya da kaynak prosedürleriyle uğraşırken, bu cümlenin ne kadar pratik ve kritik olduğunu görüyorum. Çünkü bu belgeler sadece “bilgi” taşımaz. Her biri bir niyetin, bir stratejinin, hatta bazen bir kriz anının yansımasıdır. Çeviri de burada yalnızca kelimeler arasında değil; aynı zamanda iş ortaklıkları, tedarik zincirleri ve uluslararası uyum süreçleri arasında gerçekleşir. Bu bağlamda çevirmenlik, teknik anlamda bir aktarım işi olmaktan çıkar; Mona Baker’ın dediği gibi, anlatıları yeniden kurma sürecine dönüşür. Hele ki uluslararası projelerde, küçük bir teknik terimin yanlış çevrilmesi büyük maddi zararlar ya da üretim hatalarına yol açabilirken — doğru, bağlama uygun ve stratejik çeviri gerçek bir “kriz önleyici”ye dönüşür.

Bugün dönüp baktığımda fark ediyorum ki; ben sadece projeleri yönetmiyorum. Aynı zamanda anlamları, yorumları ve iletişim biçimlerini de yönetiyorum. Bourdieu’nün alan kuramıyla baktığımızda çevirmen, bir kurumdan diğerine sadece bilgi değil, aynı zamanda sembolik sermaye de taşıyor. Bu rol, teknik belgelerde daha az görünür olsa da etkisi çok daha büyük.

Sürdürülebilirlik, teknik çeviride bile sadece çevresel değil; anlamsal bir sürdürülebilirliktir de aynı zamanda. Çünkü teknik dokümanların doğru çevrilmesi, sadece bugünkü üretimi değil, gelecekteki güveni de inşa eder. Özellikle pandemiyle birlikte hepimiz çok daha net gördük ki, kriz anlarında doğru iletişim hayat kurtarıyor. Sağlık sektöründen lojistiğe, üretimden dış ticarete kadar her alanda bilgi akışının hızı kadar doğruluğu da belirleyici hale geldi. Bu süreçte teknik belgelerde, şartnamelerde ya da güvenlik prosedürlerinde yapılan küçük bir çeviri hatası, yalnızca yanlış üretim değil; aksayan tedarik zincirleri, gereksiz test maliyetleri ya da yanlış yönlendirilen ekipler gibi büyük sonuçlara yol açabilirdi.

İşte bu yüzden çeviri, özellikle kriz dönemlerinde sessiz ama stratejik bir güce dönüştü. Ancak bugün bu güç yalnızca “iletişim” süreçleriyle sınırlı değil. Çeviri artık, sürdürülebilirlik dünyasının kendisini anlamlandırma çabasında merkezî bir rol üstleniyor. Çünkü bir terim netlik kazanmadan hiçbir strateji sağlam bir zemine oturamaz. Ve bir kavram doğru çevrilmeden, hiçbir sektör gerçekten inşa edilemez. Üstelik bir sektörün inşası yalnızca teknik altyapıyla değil; kavramların, terimlerin hedef kitle tarafından nasıl algılandığıyla da doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, sürdürülebilirlik alanındaki kavramlar da zamanla, ilgili sektör uzmanlarıyla birlikte yürütülen uzun soluklu çeviri ve anlamlandırma süreçleriyle omurgalaşacaktır.

Bugün yapay zekâ araçları birçok çeviri sürecini destekliyor, hızlandırıyor, çeşitlendiriyor. Ama çevirmen hâlâ — ve belki de her zamankinden daha çok — anlamı seçen, filtreleyen ve bağlamlandıran özne olmaya devam ediyor.

Çevirmen, bir kelebek kozası gibi…

Sessizce, görünmeden dönüşüyor.

Kimi zaman bir proje yöneticisinin kimliğinde, kimi zaman bir strateji ekibinin içindeki sezgisel bir ses olarak…

Ama her zaman dönüşümün bir parçası olarak.

Tam da bu yüzden çeviri, dillerin ötesinde; kurumların, toplumların ve dönüşümlerin arasına işleyen bir anlam mimarisi ve dönüşüp, dönüştürmeye hep devam edecek.

Yazar: Çağıl Zehni