Her ne kadar sürdürülebilirlik için küresel işletme ve kuruluşların iş birliğine ihtiyaç duysak da her birimizin gündelik hayatlarımızda atabileceği adımların etkisi de hafife alınamaz. Günlük yaşantılarımızda alacağımız küçük önlemler ve tasarruflar, bir arada değerlendirildiğinde karbon ayak izimizi ve atık oluşumunu büyük oranda azaltabilir. Bu uygulamaların hayatımızda gerçek ve sürdürülebilir bir yer edinebilmesi için de onları düşünce biçimimize dahil etmemiz gerekiyor.

İklim krizinin uzun vadeli sonuçlarının en çok ve en doğrudan acısını çekecekler ise mevcut ve gelecek genç nesillerden oluşuyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik uygulamalarına en çok katkı sağlaması gerekenler ve şu anda atılan temeller ve yazılan politikalarda en çok fikir beyan edip yer alması gerekenler de gençler. Bu konuda ortak bir bilinç ve düşünce yapısı oluşturmanın sorumluğunu şu anın gençlerinin üstlenmesi, geleceğimizin doğru şekillendirilmesinde kritik bir rol oynuyor.

Düşüncelerimizi etkileyen en büyük faktörlerden biri ise dilimiz. “Her dil, bir insan” sözünün ortaya çıkması bir tesadüf değil. Hayatımızda önemli bir yere sahip olan her şeye dilimizde yer veriyor ve dilimizde yeri olan her şeye önem atfediyoruz. Dil canlı bir varlıktır ve doğal bir şekilde ilerleyen bu süreç, düşüncelerimizi kısıtlamasa da bize yol gösterir.

Bu bağlamda bazı fikirlere gereken önemi verebilmemiz için dilimizde yer edinmesi çok önemli. Yabancı ülkelerde daha hızlı gelişen ve ilerleyen sürdürülebilirlik alanına ait terimler dilimize girmeye başladı; ancak ne yazık ki bu terimleri çoğu zaman İngilizce olarak devralıyoruz. EF English Proficiency Index’e (İngilizce Yeterlilik Endeksi) göre ise ülkemiz İngilizce bilgisi açısından 35 Avrupa ülkesi arasında 34. sırada.

Bir alanın toplumun genelinde önem kazanabilmesi için toplumun tümü için anlaşılabilir olması gerekir. Yabancı bir dilden çevrilmeden alınmış karmaşık terimler ancak toplumu bu alana yabancılaştıracak ve arasındaki bariyeri koruyacaktır. Bir fikrin benimsenmesi için en düşük kriter, anlaşılabilir ve yerlileştirilebilir olmasıdır. Ne yazık ki şu hâlde sürdürülebilirlik, ülkemizde çok yabancı bir fikir olarak devam ediyor.

Bu durumun aşılmasındaki en büyük rol ise çevirmenlere, özellikle de yeni değerlere sahip yeni nesil çevirmenlere düşüyor. Genç çevirmenler, sürdürülebilirlik alanında yaptıkları çevirilerde terim ve ifadeleri yabancı bir şekilde bırakmak yerine Türkçeleştirebilir, anlaşılabilir hale getirebilir, açıklayabilir, böylece toplumumuza ve Türkçemize kazandırabilir. Bu bağlamda çevirmenler gereken eğitimi almalı ve çeviri yaptıkları her alanda olduğu gibi sürdürülebilirlik alanında da uzmanlaşmalı.

Yazar: Bilal Şahinoğlu